Gelecek Partisi’nden Sığınmacı Krizinin Sorumlusu Olan Devletlere ve İlgililere Çağrı
02.03.2020

Gelecek Partisi’nden Sığınmacı Krizinin Sorumlusu Olan Devletlere ve İlgililere Çağrı

Yaşam hakkı korunsun, sığınmacılar engellenmesin ve araçsallaştırılmasın!

Suriye’de dokuz yıldır yaşanan insani trajedinin baş sorumluları Suriye rejimi ve onun bugüne dek ayakta kalması için gayret gösteren bölgesel ve uluslararası aktörlerdir.

Suriye halkının yaşam hakkı başta olmak üzere temel haklarını elinden alan ya da buna seyirci kalan güçler bugün İdlib’te yaşanan ve soykırım düzeyine taşınması için çaba gösterilen sürecin doğrudan ve dolaylı sorumlularıdırlar.

“Uluslararası toplum” bugüne dek sınırlı insani yardım dışında Suriye halkının can güvenliği başta olmak üzere, asgari bir insani güvenlik için gerekli önlemleri almamış, Suriye halkını katleden iradeyle başbaşa bırakmıştır. Bugün de İdlib’deki katliam ve soykırım riski altındaki milyonlarca insanın durumuyla ilgili olarak da hiçbir adım atmamakta, Türkiye’nin bu konudaki acil uyarılarını duymamakta, konuyu adeta salt Türkiye’nin bir meselesi olarak görmekte ve kendisine yönelen mülteci akınını engellemeyi öncelemektedir.

Batılı ülkelerin bugüne dek açık ve yakın tehlike altında olan insanları Türkiye ile pazarlık konusu etmeleri, ancak milyonlarca insanın yeni bir göç tehdidi altında olduğu bir anda hiçbir adım atmamaları, Türkiye’yi de kapıları açmayı bir koz olarak kullanma yanlışına itmiştir. Oysa, Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi ve BM nezdinde ortak imzalanmış uluslararası sözleşmeler, mülteciler, göçmenler ve sığınmacılara tanınan haklara uyma yükümlülükleri hükme bağlamaktadır.

Zorla gönderilmeleri ya da bulundukları ülkeden gitmelerinin engellenmesi evrensel normlara ve uluslararası sözleşmelere aykırıdır. Gitmelerine dair baskı yapmamak da, gitmek isteyenler için karşılıklı olarak sağlıklı çözümler üretmek de, özgür iradeleriyle kalmaktan yana tercih kullananların yaşam koşullarını iyileştirmek de evrensel insan hakları açısından her ülkenin ortak yükümlülüğüdür.

İdlib’de yürekleri dağlayan menfur olayın ardından sorunun taraflarını ikna ve Rusya ve rejimin saldırgan tutumunun dizginlenmesi ve bunu sağlayabilecek olan Batılı ülkelerin ve ABD’nin harekete geçirilmesi için çaba gösterilmesi elzem olmakla beraber, sığınmacıların araçsallaştırılması kabul edilemez.

“Biz bu kadar mülteciye bakmak, onları beslemek durumunda değiliz” ya da bir kısım medyada yer alan “mültecileri salıyoruz” biçimindeki ifadeler de temsil ettiğimiz ahlaki ve hukuki değerlerle bağdaşmaz. Sığınmacıların hak sahibi bireyler oldukları unutulmamalıdır. Mültecilere sağlanan imkanlar asla bir lütufmuş gibi takdim edilemez. Bu insanları minnet altında bırakıcı, üstenci bir dil kullanılmamalıdır.

Bu dil, en başta bugüne dek izlenen insani siyaseti derinden yaralayacaktır. Ayrıca kapıları açma hamlesi de öngörülemez insani krizlerin yaşanmasına da sebebiyet verme potansiyeli taşımaktadır.

Her ne kadar “zorla göndermiyoruz”, “gidenler zaten Türkiye’de kalmak istemeyip Avrupa ülkelerine geçmek isteyenler” dense de bu ifadeler, özellikle Ege ve Akdeniz’de yaşanabilecek insani dramların sorumluluğunu üzerimizden atmamıza yeter sebep de değildir.

Öte yandan Türkiye’nin bu hamlelerini eleştiri konusu yapanlar, Avrupa’nın Türkiye’yi mülteci deposu olarak görmesi ve bu soruna çözüm üretmede ketum, hatta engelleyici tavır almasını da göz önünde tutmaları gerekir.

Öncelikli olarak, Türkiye ile 2016 tarihli mülteci anlaşması uyarınca altına imza atılan yükümlülüklerin yerine getirilmesi gerekmektedir. Gümrük Birliği’nin genişletilmesi, AB ile katılım müzakerelerinde de yeni bir faslın açılıp vize muafiyeti konusunda Türkiye’nin de üzerine düşen sorumlulukları yerine getirmesi koşuluyla verilen sözlerin karşılıklı olarak tutulması zorunludur.

Bu dönem için acil olan, uluslararası camianın İdlib halkının can güvenliğini koruması ve bunu ihlal eden güçlerin engellenmesidir. En acil ve öncelikli olan eylem planı budur. Kısa vadede güvenli ve uçuşa yasak bölgelerin ilanı ilk adım olabilir. Bu yapılıncaya kadar, sığınmacıları saha siyasetinin nesnesi kılmanın hiçbir devlet açısından hukuki ve ahlaki meşruiyeti yoktur.